İslam bilim tarihinde yaşanan eşsiz olaylardan birisi geçmişten beri gelen, büyük bir
ayırım olan ve her millette görmeye alıştığımız sınıf, ırk, din ve dil farklılıklarının,
elzeminin ortadan kaldırılmasıdır. Kaynakların ve hocaların nereden geldiği, dini,
kültürü ve diğer farklılıkları gözetilmeksizin tek amacın ortada yaratılmış olan
birikimin ve ilimin özünün alınmasıdır.

Bu düşünceyle yola çıkan müslümanların ilklerinden olan İslam Halifesi Mansur,
İslam medeniyetinin altın çağını başlatmış, Sanskritçe, Süryanice, Kıptice ve Klasik
Yunanca’dan binlerce eseri kendi kurduğu şehire, Bağdat’a getirerek Arapça’ya
tercüme ettirmiş ve günümüzün modern bilimlerindeki bir çok alanın temellerinin
atılmasına vesile olmuştur. Bu eşsiz çeviri hareketi, tarihte ilk defa bilimsel ve
felsefi düşüncenin belirli bir kültür veya dille sınırlanmamış bir niteliğe bürünüp,
uluslararası bir kimlik taşımasını sağlamıştır.
Bu yüzdendir ki İslam medeniyetinin zirve noktalarından biri olarak sayılabilecek
Abbasiler döneminde, başkent olan Bağdat’ın nüfusu iki buçuk milyona ulaşmış,
coğrafyada ilim tahsil etmek için yüzlerce alim Medinetü's Selam’a gelmiştir. Halife
Mansur’un tercüme ettirmek için eser istediği şehirlerden birisi de hiç şüphesiz
devrin en önemli şehirlerinden olan Konstantiniyye’dir.
Müslümanların bir çok
alanda en büyük rakiplerinden biri olan Bizans Devleti ile siyasi olarak ilk ilişkiler
Hz. Muhammed’in Konstantinopolis’e gönderdiği davet mektubu ile başlamış ve
Konstantiniyye ile ilgili hadisin de katkısıyla kısa zamanda yapılan çetin
mücadeleler Müslümanlar ile Bizanslılar arasında zorunlu olarak bir takım
diplomatik ilişkiler doğurmuştur.

Erken ortaçağda dünyanın en parlak ve zengin şehri olan Konstantiniyye,
güneyindeki Theodosius Limanı ile 13. yüzyıla dek dünyanın en büyük ticaret
merkezlerinden biri olarak kalmıştı. Büyük yapıların yer aldığı, uzun bir süre batı
biliminin ve sanatının başkenti olan şehir; sayısız Roma, Latin, ve Bizans eserlerine
ev sahipliği yaptı. Dönemin imparatoru her ne kadar en büyük rakibi de olsa
Bağdat’a çevirilmesi için Konstantiniyye İmparatorluk Kütüphanesinden sayısız
eser gönderdi. Çünkü ilim siyasetten üstündü.
Günümüzden 1200 yıl önce farklılıkların önemli olmadığını göstererek etrafına
topladığı kaynaklar ve insanlarla İslam’ın altın çağını başlatan Halife Mansur ilim
dolu bir hayat geçirip miladi 775 yılında hacca giderken yolda rahatsızlanarak vefat
etti ve geride himaye ettiği şair ve alimler ile ilgi duyduğu mantık, felsefe, aritmetik,
geometri, astronomi, tıp ve tarih alanında çevirilmiş sayısız eser bıraktı. Bu eserlerin
bir çoğu günümüze geldi ve başta Avrupa olmak üzere bütün dünya
kütüphanelerine yayıldı, tekrar bir çok dile çevirildi, bilim insanları tarafından
defalarca faydalanıldı.

Aradan yüzyıllar geçti Memun’un yolundan gidip tarih yazanlar oldu. İlim erbabını
etrafına toplayanlar, bilime, sanata merak salanlar ve bu yolda imkanlarını seferber
eden nice devlet adamı, yöneticiler geldi.
Memun’un yolundan gidenlerden birisi de başta kültür ve sanat olmak üzere bir
çok alanda İstanbul halkına, 16 milyona hizmet eden Ekrem İmamoğlu ve onun
ekibinden Mahir Polat’tı.

Mahir Polat arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık tarihi ve müzecilik alanları başta olmak
üzere bir çok alanda eğitim alıp uzmanlaştı ve bu birikimin, aldığı ilminin zekatını
vermek için İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde Ekrem İmamoğlu ile el ele
vererek 16 milyona hizmet etmeye başladı.
Kendisinin diğer yöneticilerden en
büyük farkıysa; eylemleri tam tersi olduğu halde dillerinden düşürmedikleri dinin
söylediklerini göz ardı edenler gibi davranmayıp, tıpkı Farabi’nin erdemli şehir
anlayışında yarattığı yönetici erdemlerine sahip; öğrenmeye hevesli, akıllı ve ince
görüşlü, güzel konuşup doğruluğu seven ve yalancılıktan kaçan bir ahlak anlayışına
sahip olmasıydı.

Mahir Polat yozlaşmış tabuları yıkarak, geçmişe eşit davrandı. Tarihin siyasi
çıkarlara alet olmaktan çok daha üstün olduğu gibi tek bir millete ve bir kesime ait
olmadığı, bulunduğu topraklara ve bu topraklarda yaşamış olanlardan yaşayanlar
aracılığı ile yaşayacak olanlara bir emanet olduğunu ve bu hazinelerin sadece
banisi insanların soylarına değil insanlığa ait olduğunu gösterdi. İstanbul’da farklı
milletlere ait olup siyasi getirisi olmadığı için geçmiş yöneticiler tarafından devamlı
göz ardı edilen bir çok eserinin değerini anladı, onarımını gerçekleştirdi ve üst üste
konan her taşın yapanı kim olursa olsun İstanbul halkına ait olduğunu eylemleri ile
bildirdi. Kültür alanındaki başarılarıyla liyakatin önemini bir kez daha gösterdi.
İBB’ye muhalefet olanların asla okumayıp siyaset uğruna ellerinde salladıkları kutsal
kitabımızın da dediği gibi: ‘’Hiç bilen ile bilmeyen bir olur mu?’' (Zümer, 39)

3 yılda 3000 yıllık İstanbul’un belleğini yeniden oluşturan, İstanbul’da iz bırakmış
olan bütün toplulukların günümüze ulaşmaya başarmış ama yok olmaya yüz tutmuş
eserlerini büyük bir vefa örneği ile kent belleğine tekrar kazandırdı. Hizmet verdiği
her alanda farklılıkların bizi zenginleştirdiğini ve bu insanların, eserlerin,
düşüncelerin üstünün örtülüp yok olması yerine ortaya çıkarılıp coğrafyayı
renklendirmesi düşüncesiyle yola çıkan Ekrem İmamoğlu ile birlikte İBB Miras’ı
kurdu. Roma, Bizans ve Osmanlı eserlerini İstanbul’un farklı yerlerinde bulup
özenle temizleyip, koruyup güçlendirdi. İstanbul’un tarihi kimliğini çeşitlendirdi.

İBB Miras eserleri yenilemek için etrafını çevirdiği sarı brandaları ile markalaştı
tarih severlerin beğenisini ve güvenini kazandı ve Dünyaya tarihi eserleri ihya, sanat
eserlerini koruma alanında örnek oldu. Siyasi rant uğruna sadece edebiyatı yapılan,
dillerden düşmeyen ecdadın terkedilmiş, üstü örtülmüş eşsiz eserlerinin üzerindeki
yüzyıllarının tozunu kaldırdı.

Kesilen İBB bütçesi, engellenmeye çalışılan hizmetler ve başarısız ekonomi
politikaları nedeniyle artan masraflar İBB’yi hizmetten alıkoyamadı.
Sadece bu
son 150 gününün her gününde bile bir açılış ile 150 projeyi tamamlayıp İstanbul
halkının hizmetine sundu. İstanbul’un gözardı edilmiş, hizmetten yoksun kalmış her
bölgesi uzman ekipler eşliğinde belirlendi ve yatırımlarla güçlendirildi. Kurumların
harcamaları şeffaf bir şekilde halka sunuldu. Kimse siyasi görüşü ve düşüncesiyle
yargılanmadan liyakat ilkesi eşliğinde atamalar yapıldı. Sosyal yardımları büyük
bütçeler ayrıldı. Ve bir çok faaliyeti dünyadan ödüller aldı. Potansiyeli bastırılmış
olan İstanbul’un kapıları dünyaya açıldı. Önemli dünya metropolleri ile devamlı
müzakere toplantıları eşliğinde hep daha iyisi hedeflendi.
Bu eylemlere bakıldığında binlerce yıllık şehrin Ekrem İmamoğlu ve ekibinin
yönetimi altındaki 3 yılı İstanbul hafızasında kültür ve tarihe saygı, sanata ve halka
hizmet bakımından altın yıllar olarak kabul edilip hizmete susamış halkın belleğine
yerleşti.

Kirli eller her ne kadar sahip olduğu kamu gücünü İBB’yi ve ekibini karalamaya
çalışmak, vuracak yer aramak için kullansa da İBB elini koyduğu her işten alnının
akıyla çıktı. Yaptığı eylemler ile kendisini karalamaya çalışanların kelimelerinden
daha yüksek sesle konuştu…
Ne demişti Ziya Gökalp;
''Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz
Şahsız görünür rütbe-i aklı eserinde.''